Dinleme Parçaları

ORMAN YANGINI
Mark ve eşi Fiyona’nın, tek çocukları Emili ile birlikte Kaliforniya’da mutlu bir hayatları vardı. Ormanlık bir alanda büyük bir çiftlikte yaşıyorlar ve hayvancılıkla geçimlerini sürdürüyorlardı. Ancak doğal bir afet onların bu mutlu hayatını kökten değiştirecekti. Kaliforniya, özellikle yangınlar ve depremler açısından riskli bir bölgeydi. Bir yaz günü, nereden ve nasıl çıktığı tam belli olmayan bir orman yangını aşırı sıcakların da etkisiyle hızla büyüdü. Yangın kısa bir sürede bölgeyi ciddi bir şekilde tehdit etmeye başladı. Ailenin yaşadığı ormanlık bölge bir anda alevler içerisinde kalmıştı. Yangından yıkılan ağaçlar bütün çıkış yollarını kapatmıştı. Ormanlık alanda sıkışıp kalan ailenin tek bir seçeneği kalmıştı o da hayvanların otladığı geniş ve boş arazilerine gidip yardım istemekti. Öyle de yaptılar ve uzun uğraşlar neticesinde yardım ekipleriyle bağlantı kurabildiler. Karayolu kapalı olduğu için yardım ekipleri hava yolu ile aileye ulaştı. Neyse ki helikopterin iniş yapabileceği büyük ve düz bir alan vardı. Yangın hızla etrafı sarıyor ve dumanlar heryeri kaplıyordu. Ailenin tam umutları bitmişti ki yardım ekipleri aniden belirivermişti. Aile o bölgeden acil bir şekilde tahliye edildi ve kapm yerine götürüldü. Bir müddet daha devam eden yangınlar, aileyi birkaç gün boyunca kampta yaşamaya zorladı. Evlerinin tamamen yandığı haberini aldıklarında, Mark ve eşi hayatlarının dönüm noktasına geldiklerini anladılar. Artık evleri, geçimlerini sağladıkları çiftlikleri ve hayvanları yoktu. Bu zorlu dönemde aile, öncelikle çocuklarının güvende olduğundan emin olmak istedi. Bu nedenle yeni bir hayat kurmak için planlar yapmaya başladı.
Birkaç hafta sonra Mark, Avustralya'da yaşayan ablası ile iletişime geçti. Ablası, Mark ve ailesi için elinden gelen her türlü yardımı yapmaya hazır olduğunu söyledi. Bu teklif, Mark ve ailesi için bir umut ışığı oldu. Mark ve ailesi, Avustralya'ya taşınmaya karar verdi ve gerekli izinleri aldıktan sonra yeni bir hayata başlamak üzere ülkeye gittiler. Mark ve ailesi Avustralya'ya ulaştıklarında, akrabaları, yardım dernekleri ve yerel topluluklar tarafından sıcak bir şekilde karşılandı. Aileye yeni bir hayata başlamaları için gereken her türlü yardımlar yapıldı. Aile kısa zamanda Avustralya’ya uyum sağladı. Avustralya ve Amerika‘nın kültür yakınlığı ve bu iki ülkenin aynı dili konuşuyor olmaları bu uyumu daha da hızlandırdı. Mark ve Fiyona iş bulup çalıştılar, Emili ise okuluna başlayıp yeni arkadaşlar edindi.
Mark ve ailesi, bu doğal afetin ardından hayatlarını yeniden inşa etme sürecinin zorlu olacağını biliyorlardı, ancak Avustralya'daki yeni başlangıçlarına da umutla bakıyorlardı. Hem Amerika'daki dostlarına hem de Avustralya'daki yeni komşularına minnettarlıkla yaklaşarak, karşılıklı çalışmanın ve dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladılar. Yangınların ardından gelen bu yeni başlangıç, aile için umut dolu bir geleceği temsil ediyordu.

YENİ BİR HAYAT
Ahmet ve Ayşe, İstanbul'da yaşayan orta sınıf bir ailenin bireyleriydi. Ahmet inşaat mühendisiydi, Ayşe ise muhasebeciydi. Ahmet ve Ayşe iki çocukları olan Emir ve Elif ile orta halli bir yaşam sürdürüyorlardı. Ancak Türkiye'de işsizlik oranı artmış, ekonomik belirsizlikler aileyi derinden düşündürmeye başlamıştı. Ahmet‘in daha önce çalıştığı inşaat firması iflas edip kapanmış ve Ahmet işsiz kalmıştı. Ahmet uzun bir süre iş aramıştı, ancak inşaat sektöründeki daralmadan dolayı iş bulamamıştı. Aynı zamanda Ayşe'nin işi de istikrarsızdı ve ailenin birikimleri zamanla azalıyordu. Aile, bir taraftan gittikçe artan mali zorluklarla mücadele ederken, diğer taraftan da çocuklarının geleceği hakkında endişe ediyorlardı.
Ahmet’in bir arkadaşının önerisi üzerine, Avustralya'da daha iyi bir hayat kurma fikri gündeme geldi. Aile, bu büyük kararı almadan önce uzun süren bir araştırma sürecine girdi. Göçmenlik prosedürleri, yaşam maliyeti, iş fırsatları ve eğitim olanakları hakkında bilgi edinmeye başladı. Avustralya'nın çok kültürlü yapısı, İngilizce konuşulan bir ülke olması ve güzel iklimi aileyi cezbetti. Ahmet, inşaat sektöründeki deneyiminden dolayı Avustralya'da iş bulma şansının daha yüksek olacağını düşünüyordu. Aile, gerekli belgeleri düzenleyip göçmenlik başvurusunu yaptı. Uzun bir bekleyişin ardından ailenin Avustralya'ya göçmenlik başvurusu kabul edildi. Ahmet ve Ayşe çifti babalarından miras kalan İstanbul’daki evlerini satıp Sidney'e yerleşmeye karar verdiler. İlk başta zorlu bir adaptasyon süreci yaşadılar. Biraz İngilizceleri vardı ama bu seviye ile kendi mesleklerini yapabilcekleri bir iş bulmaları çok zordu. Ellerindeki paranın bir kısmını İngilizce dil kursuna verdiler, bir kısmıyla da günlük masraflarını karşıladılar. Bu şekilde bir müddet hayatlarını devam ettirebildiler. Türkiye’den getirdikleri para bitmek üzereydi ve artık çalışmaları gerekiyordu. Ahmet bir temizlik firmasında işe girdi. Gündüzleri İngilizce kursuna gidiyor, akşamları da bu temizlik firmasında çalışıyordu. Ahmet’in kazandığı para zor da olsa aileyi geçindirmeye yetiyordu. Ayşe ise gece gündüz hiç durmadan ders çalışıyor ve ingilizcesini geliştiriyordu. Yaklaşık bir yıl sonra Ayşe muhasebe alanında bir iş buldu. Artık Ayşe de para kazanıyordu ve kazançları azımsanmayacak kadar artmıştı. Diğer taraftan da Ahmet İngilizcesini ilerletmişti. Ayşe’den altı ay sonra da Ahmet bir inşaat firmasında iş buldu ve firma için yeni projeler üretmeye başladı. Bu zaman zarfında çocuklar da yeni okullarına alışmışlar, İngilizceyi öğrenmişler ve yeni arkadaşlar edinmeye başlamışlardı. Daha iyi bir iş bulmanın ve finansal istikrarın getirdiği rahatlamayla birlikte, aile geleceğe daha güvenle bakabiliyor ve çocukları için daha iyi bir gelecek hayal edebiliyorlardı.
Avustralya'da iş fırsatlarına ve ekonomik istikrara erişim, ailenin hayatını önemli ölçüde iyileştirmişti. İstanbul'dan Avustralya'ya göç etmeleri, ailenin geleceği için cesur bir adım olmuş ve işsizlik sorunlarına karşı bir çözüm bulmalarını sağlamıştı.

BEYAZ AVUSTRALYA POLİTİKASI
Avustralya devleti 1950'li yıllarda, iş gücü ihtiyacını karşılamak ve ekonomik büyümeyi sağlamak amacıyla Avrupa devletlerinden işçi talep etmişti. Bu talep neticesinde Avustralya özellikle 1950'lerde ve 1960'larda büyük bir göç akınına tanıklık etti. Bu yoğun göçlerin sebebi, İkinci dünya savaşı sonrası dönemde Avrupa'da yaşanan zorluklardı. Bu göçlerle, Avrupalı göçmenler yaşadıkları bu sıkıntılardan sıyrılıp, Avustralya'da yeni bir hayat kurma fırsatı aradılar.
Avustralya devleti göç konusunda 1901'den 1973'e kadar ‘Beyaz Avustralya’ politikasına bağlı kalarak hareket etti.
Beyaz Avustralya politikası, Avrupalı olmayan diğer etnik kökene sahip, özellikle Asyalı ve Pasifik adalı insanların Avustralya’ya göçünü yasaklayan kanunları ifade eden bir terimdir. Bu politika doğrultusunda Avustralya devleti sadece Avrupadan göçmen kabul ediyordu ama bu göçmenler ihtiyaç duyulan iş gücünü tam olarak karşılamıyordu. Bu yüzden Beyaz Avustralya politikası 1960'lardan itibaren esnetilmiş ve nihayetinde 1973 yılında yürürlükten kaldırılmıştır. 1974'ten itibaren de Avrupa dışındaki diğer ülkelerden de göçmen kabul edilmiştir.
Bunun yanı sıra Avustralya hükümeti bir dizi programlarla göçmen işçilerin durumlarında bazı iyileştirmeler yapmıştır. Bu programların temelinde işçi göçmenleri ve ailelerini vatandaş olarak kabul etme de yer almıştır.
Bu süreçte, göçmenlerin topluma uyum ve entegrasyonu sağlama konusunda önemli adımlar atılmıştır. Mesela Avustralya devleti göçmenlerin, İngilizce öğrenmelerini ve yerel kültüre uyum sağlamalarını teşvik etmiştir. Ayrıca göçmenlere iş bulmaları, eğitim almaları ve sağlık hizmetlerinden faydalanmaları için çeşitli sosyal yardım programları sunmuştur. Avustralya'ya gelen bu göçmenler, Avustralya'nın etnik ve kültürel çeşitliliğinin artmasına neden olmuştur. Göçmenler, özellikle İngiltere, Yunanistan, İtalya, Türkiye ve diğer Avrupa ülkeleri ile Asya'dan gelmişlerdir.
Sonuç olarak Beyaz Avustralya Politikası'nın kaldırılmasıyla, Avustralya'nın göç politikaları daha da açılmış ve ülke, dünyanın dört bir yanından gelen göçmenleri kabul etmeye devam etmiştir. Bu süreç, Avustralya'nın çok kültürlü kimliğinin geliştiğinin bir işareti olmuştur

GÖÇMEN HAKLARI
Avustralya hükümeti, göçmenlerin uyumlu bir şekilde topluma katılımını sağlamak amacıyla bazı program ve politikalar uygulamıştır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
insan haklarına saygı ve eşitlik politikaları, dil eğitimi ve uyum programları,
toplum merkezleri,
çok kültürlü eğitim,
göçmen hakları,
ve yerel yönetimler
Bu programlar, göçmenlerin ve yerli halkın bir bütün olarak uyumlu bir şekilde yaşamalarını hedeflemiştir.
Avustralya devleti, insan haklarına saygı ve eşitlik politikalarıyla, ırk, cinsiyet ve din ayrımcılığını yasaklar. Bu politikalar, göçmenlerin korunmasını ve eşit fırsatlar almasını amaçlar.
Avustralya devleti göçmenler için dil eğitimi programları da sunmaktadır. Bu programlar, göçmenlerin İngilizce’yi öğrenmelerini kolaylaştırarak daha iyi bir eğitim almalarını, iş bulmalarını ve topluma daha iyi entegre olmalarını hedefler.
Avustralya'da çeşitli toplum merkezleri ve organizasyonlar bulunmaktadır. Bu merkezler, göçmenlerin ihtiyaçlarına cevap veren hizmetler sunar. Örneğin, danışmanlık hizmeti, iş arama desteği ve kültürel etkinlikler düzenleme imkanı bu hizmetlerden bazılarıdır.
Avustralya'daki okullar ve üniversiteler, çok kültürlü eğitim politikalarını teşvik eder. Böylece öğrenciler, farklı kültürlerden gelen öğrencilerle etkileşimde bulunma fırsatı bulur. Bu da kültürel anlayışı olumlu yönde destekler.
Avustralya devleti göçmen hakları politikasıyla, göçmenlerin yasal haklarını koruma altına almıştır. Göçmenlerin çalışma hakları, sağlık hizmetlerine erişim hakları ve diğer temel hakları yasal olarak güvence altındadır.
Avustralya'daki yerel yönetimler, göçmenlerin topluma uyumlu bir şekilde katılımlarını destekleyen programlar ve etkinlikler düzenlerler.
Avustralya devleti, çok kültürlülüğü teşvik eden bir yaklaşım benimsemektedir. Bu programlar, göçmenlerin Avustralya toplumuna daha iyi uyum sağlamalarına yardımcı olur.

AVUSTRALYA’DA İLK YILLAR
Avustralya'ya ilk göç eden Türk göçmelerin yaklaşık %30'u nitelikli, %70'i ise vasıfsız işciydi. Tamamen farklı bir coğrafyadan, farklı bir kültürden gelen bu göçmenler ilk dönemlerde bir dizi zorluklarla karşılaşmışlardı.
Avustralya'ya ilk gelen Türk göçmenlerin karşılaştıkları sorunlardan biri İngilizceydi. Göçmenlerin büyük bir oranı İngilizceyi hiç bilmiyordu, bir kısmı da sınırlı bir İngilizceyle ülkeye gelmişti. Dil engeli, göçmenlerin sosyal çevre ile iletişim kurmalarını ve topluma entegre olma sürecini olumsuz yönde etkilemişti.
İlk göç dalgasındaki Türkler genellikle düşük vasıflı işlerde çalışmak zorunda kaldılar. Bunun en önemli sebepleri ise, dil engeli, mesleki yetersizlik ve yerel iş sektörüne uyum sağlama konusundaki zorluklardı.
Türk göçmenler, bir müddet Avustralya'nın kültürel farklılıklarıyla başa çıkmak zorunda kaldılar. 1960'larda Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 30 milyon, Avustralya’nın nüfusu ise 12 milyon civarındaydı. Türkiye’ye nazaran Avustralya sokakları ve caddeleri çok sessiz ve tenhaydı. Kalabalık bir ülkeden gelen Türk göçmenler bu tenha ülkede kendilerini yalnız hissediyorlardı. Üstelik Avustralya’nın iklimi de Türkiye’den oldukça farklıydı. Türkiye’de dört mevsimi belirgin olarak yaşayan, kışların soğuk ve karlı geçtiği bölgelerden gelen göçmenler için Avustralya iklimi oldukça sıcak ve kuraktı.
Türk göçmenlerin yaşadığı bir diğer zorluk ise okul öncesi yaşlardaki çocuklara bakım konusunda olmuştu. Anne ve babaları çalışan çocuklar ya evde yalnız bırakılıyor ya da kendilerinden birkaç yaş büyük kardeşlerine emanet ediliyordu. Bu da çocukların güvenliği, sağlıklı beslenmeleri ve okul öncesi eğitimleri konusunda problemler oluşturuyordu. Bazı aileler bu problemleri aşmak adına çocuklarını Türkiye’deki akrabalarına göndermek zorunda kalmışlardı.
Bütün bu zorluklara rağmen, Türk göçmenler zaman içinde topluma entegre olmuşlar, dil becerilerini geliştirmişler, işlerinde yükselmişler ve kendi topluluklarını oluşturarak diğer topluluklara destek vermişlerdir. Avustralya'da yaşayan Türk topluluğu, ülkenin çok kültürlü yapısına katkıda bulunmuş ve çeşitli alanlarda başarılar elde etmiştir.

IBRAHIM DELLAL
Türkler’in Avustralya’ya uyum sağlamasında ve topluma katkıda bulunmasında öyle bir şahsiyet var ki onu anmadan böyle bir konuyu geçmek olmazdı. Büyük küçük, genç yaşlı demeden kendisini tanıyan neredeyse herkesin taktirini ve sevgisini kazanmış, yaptığı hizmetlerle Avustralya’daki Türk toplumuna ve diğer müslümanlara ışık tutmuş İbrahim Dellal Beyefendi 1938 yılında Kıbrıs’ın Larnaka şehrinde doğar. Liseyi Kıbrıs Amerikan Akademisi’nde bitirir. 1950 yılında henüz 18 yaşındayken 35 günlük bir gemi yolculuğu ile Avustralya’ya göç eder.
Kıbrıs’ta Osmanlı kültürü ve terbiyesi ile yetişen İbrahim Dellal Beyefendi Avustralya’daki ilk yıllarında çok zorlanır. Bir gazeteye verdiği röportajda “Geldikten sonra her şeyime hasret duymaya başladım, lisanıma, hayat şeklime, aileme...” der. İbrahim Dellal Beyefendi için bu bir dönüm noktası olur. Avustralya’da Türk islam değerlerini sahiplenme, yaşama ve yaşatma arzusuyla çalışmalarına başlar. Kendisinden 2 sene önce Avustralya’ya göç etmiş Ahmet ve Hasan ağabeylerinin de desteğini alarak ülkedeki diğer müslümanlarla da tanışıp Avustralya İslam Federasyonu’nu kurar.
İbrahim Dellal Beyefendi çalışma saatlerinin dışında kalan zamanlarında sürekli insanlarla iletişime geçer, onların problemleri ile uğraşır ve topluma katkıda bulunmakla vaktini geçirir. Onun bu gayretleri Avustralya resmi makamları tarafından kısa zamanda fark edilir. Resmi makamlar Türkiye’den göç alımı konusunda İbrahim Dellal Beyefendinin danışmanlık yapmasını isterler. 1967 yılında Türkiye ve Avustralya arasında imzalanan göç anlaşması ve sonrasındaki süreçte kendisi aktif bir rol oynar. Türkler’in Avustralya’ya göçünden sonra gazetelerde Türkler hakkında çıkan Türkler cahildir, tembeldir gibi olumsuz yazılardan etkilenir. 1970 yılında ‘Türk Sesi Gazetesi’ adıyla kesintisiz tam 27 yıl yayınlanan ilk Türk gazetesini çıkarır. Bu gazeteyle hedefi Türk halkını bilinçlendirmek ve eğitmektir. Haftalık çıkan bu gazetede İngilizce dil dersleri de vardır.
İbrahim Dellal Beyefendi göçmenlerin ev sahibi olması için kooperatifler kurulmasından tutun da, çeşitli cemiyetlerin, vakıfların, camilerin, federasyonların ve okulların kurulmasına kadar toplumsal organizasyonların büyük bir kısmında önemli roller üstlenir.
Avustralya toplumuna verdiği bütün bu hizmetlerden dolayı İngiliz Kraliçesi İkinci Elizabeth, İbrahim Dellal Beyefendi’ye ‘Avustralya Şeref Madalyası’ ödülünü verir. İbrahim Dellal Beyefendi’nin 18 yaşında başladığı bu Avustralya serüveni 86 yaşında son bulur. Hayatını Avustralya’da yaşayan Türk ve müslüman topluma adayan bu değerli şahsiyet son anına kadar çocukların ve gençlerin eğitimi için yeni projeler üretir. 2018 yılında, arkasında bıraktığı yüzlerce seveni tarafından göz yaşlarıyla ahirete uğurlanır.

TÜRKLERİN KATKISI
Türklerin Avustralya'ya göçü, 1960'lı yılların sonlarına doğru başladı ama göçmenlerin sayısı 1970'lerde ve 1980'lerde daha fazla arttı. Bu dönemde, Türkiye'den gelen göçmenler arasında hem işçiler hem de aile birleşimi yoluyla gelen Türkler vardı. Türk göçmenler, genellikle Sidney ve Melbörn gibi büyük merkezlerde yoğunlaştılar. Avustralya İstatistik Bürosu’nun verilerine göre 2008 yılında ülkede bulunan Türk sayısı yaklaşık 60 bin civarında iken bu rakam 2011 senesinde 160 binli rakamlara ulaşmıştır.
Türk göçmenler arasında farklı sosyal, ekonomik ve eğitim seviyelerine sahip insanlar vardı. Türk göçmenler, Avustralya toplumuna hızla entegre oldular ve Avustralya kültürüne uyum sağladılar. Türk topluluğu zamanla kendilerini geliştirerek dernekler ve organizasyonlar kurdular; restoranlar, marketler ve diğer sektörlerde işletmeler açtılar. Böylece hem kendi kültürel kimliklerini korudular hem de kültürlerini Avustralya toplumuyla paylaşarak toplumun çok kültürlü mozaiğine katkıda bulundular.
Türkler ilk camilerini 1971 yılında Melbörn’ün Koburg semtinde açtılar. Aynı yıl Avustralya’da 27 Türkçe dil okulu açıldı. Bu şekilde Türk toplumu hem dini yaşantısını hem de dilini Avustralya’da canlı tutmayı hedefledi.
İlerleyen yıllarda ise Türkler sosyal ve kültürel yönden daha da gelişerek çeşitli spor kulüpleri, tiyatro toplulukları, gazeteler, radyolar ve okullar kurdular.
Sonuç olarak Türklerin Avustralya'ya göçü, Türk topluluğunun çeşitli yönlerini etkileyen önemli bir tarihsel olaydır. Göçmenler, Avustralya'da yeni bir hayat kurmuşlar ve ülkeleriyle bağlarını da sürdürmüşlerdir. Bu göç dalgası, Avustralya'nın çok kültürlü yapısına katkıda bulunmuş ve farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir toplumu şekillendirmiştir.

TÜRK FESTİVALİ
Avustralya’da yaşayan Türklerin kurduğu çeşitli derneklerin organize ettiği festivallerden biri de iki gün boyunca Viktorya Market’te kutlandı.
Festival, Avustralya’nın değişik eyaletlerinden gelen yüzlerce kişinin katılımıyla çok renkli görüntülere sahne oldu.
Festivalin amacı Türk kültürünün Avustralya’da tanıtılması ve organize edilen çeşitli etkinliklerle insanlara güzel vakit geçirtmekti.
Festivalde, mehter takımının geçiş alayı, ebru ve hat sanatlarının tanıtımı, Türk sanat müziği dinletileri ve halk oyunları gösterileri gibi insanların hayranlıkla izlediği pek çok canlı etkinlik yer aldı.
Ziyaretçiler bu güzel etkinlikleri canlı olarak izlemekle kalmayıp, aynı zamanda geleneksek Türk yiyecek ve içecekleriyle de güzel bir ziyafet çektiler. Türk kahvesinden ayrana, baklavadan böreğe, poğaçadan simide, mantıdan değişik kebap çeşitlerine varana kadar onlarca türde yiyecek ve içecek müşterilere sunuldu.
Nejdet amca yine festivalin vazgeçilmez isimlerindendi. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi bu sene de döner tezgahını açtı ve festival boyunca lezzetli kebaplarıyla yüzlerce kişiyi doyurdu.
Festival olurda gözleme olmaz mı! Belki de festivalin en işlek yerlerinden biriydi gözlemeci teyzelerin köşesiydi. Ispanaklı, peynirli, patatesli hatta çikolatalı gözlemelerin kokusu tüm festival alanını kaplamıştı. Kimileri sıcak çayla kimileri de ayranla gözlemelerin tadını çıkardı festival boyunca.
Katılımcılar böylece hem Türklerin mutfak kültürünü, el sanatlarını, halk oyunlarını, mehter takımını, müzik kültürünü tanımış, hem de eğlenerek güzel bir vakit geçirmiş oldular.
Diğer taraftan, Türk katılımcılar da memleketlerinden binlerce kilometre uzaklıkta kendi geleneklerini ve göreneklerini yaşama imkanı bulmuş oldular. Festival, katılımcı Türklere gerçekten hoş ve duygusal anlar yaşattı. Nitekim festival röportajına katılan Pervin ve Zerrin kardeşler kendilerini gerçekten Türkiye’de gibi hissettiklerini ifade ettiler.
Festival etkinlikleri bununla da kalmadı. Türkiye’den her yıl konser için gelen sanatçılara bir yenisi daha eklendi. Bu senenin sanatçısı Fatih Kısaparmaktı. Fatih Kısaparmak, harika performansıyla hayranlarını büyüledi. Sanatçı ‘Bu Adam Benim Babam’ adlı türküsüyle dinleyicilerini hüzünlendirse de ilerleyen saatlerde hareketli parçalarıyla şenlendirmeyi başardı. Sanatçının türküleri festivalde hoş bir Türkiye esintisiyle bir müddet dahi olsa Türkiye özlemini giderdi.

İNTERNET OYUNLARI
Günümüzde teknolojinin hızlı gelişimiyle birlikte, internet üzerinde oynanan oyunlar giderek daha fazla popülerlik kazanmıştır. Bu oyunlar, geniş bir oyuncu kitlesine hitap eden çeşitli türlerde ve kategorilerdedir. İnternet bağlantısı sayesinde oyuncular, dünyanın dört bir yanındaki diğer oyuncularla etkileşimde bulunabilir ve rekabet edebilirler.
İnternet oyun platformları kullanıcılarına strateji, aksiyon, rol yapma, spor ve yarış gibi pek çok türde oyun imkanı sunmaktadır. Bu geniş çeşitlilik, oyunculara kendi ilgi alanlarına uygun oyunları seçme ve oynama özgürlüğü sağlar.
İnternet üzerinde oynanan oyunlar sayesinde oyuncular, dünyanın dört bir yanından diğer oyuncularla bağlantı kurabilir, oyun takımları oluşturabilir ve çevrimiçi olarak canlı olarak oyun oynayabilirler. Bu, sosyal etkileşimi artırır ve oyun deneyimini daha da zevkli hale getirir.
Bu tür oyunlar, aynı zamanda oyunculara çekişmeli bir ortam sunarak oyuncular arasındaki rekabeti destekler. E-Spor olarak adlandırılan bu profesyonel oyun arenasının dünya çapında bir izleyici kitlesi vardır. Bu organizasyonlar değişik zamanlarda büyük turnuvalar düzenleyerek kazanan oyuncularına da ödüller vermektedir. Oyuncular bu sanal ortamlarda, oyun becerilerini geliştirmek ve rekabetçi dünyada ün kazanmak için çaba gösterirler.
Bu ortamlarda oyuncular sadece oyun oynamakla kalmaz, aynı zamanda kendi oyunlarını da geliştirme ve mevcut oyunlarına eklemelerde bulunma şansı da bulurlar. Oyunların geliştirilmesi, kişileştirilmesi ve sanal ortamlarda paylaşılması oyunların sürekli olarak evrim geçirmesine imkan tanır.
İnternet üzerinde oynanan oyunları daha eylenceli kılan bir diğer özellik de, oyunların canlı olarak yayınlanması ve oyuncuların kalabalık bir izleyici kitlesiyle etkileşimde bulunmasıdır. Bu platform, oyunculara oyun dünyasında bir yıldız olma ve oyun kültürüne katkıda bulunma fırsatı sunar.
Sonuç olarak, internet üzerinde oynanan oyunlar, geleneksel oyun deneyimini geliştirerek oyunculara daha geniş, etkileşimli ve sosyal bir dünya sunar. Bu oyunlar, teknolojinin sunduğu olanaklarla birleşerek dijital eğlence dünyasını şekillendirir.

ANDROİD İŞLEMCİLER
Günümüzde, mobil cihazlar hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir ve bu cihazların başında Android işletim sistemine sahip akıllı telefonlar gelmektedir. Android, Google tarafından geliştirilen açık kaynaklı bir mobil işletim sistemidir ve birçok farklı üretici tarafından kullanılarak geniş bir ürün yelpazesi sunmaktadır. Android telefonlar, kullanıcılara güçlü performans, geniş özellik seti ve kişiselleştirme avantajları sunarak mobil teknolojinin sınırlarını genişletmiştir.
Android işletim sistemi Samsung, Huawei(Huvayi), OnePlus(Vanpılas), Google (Gugıl) ve birçok diğer marka tarafından kullanılmaktadır. Bu üreticiler kullanıcılara farklı fiyat aralıklarında, çeşitli özelliklere sahip Android telefonlar sunmaktadır. Bu çeşitlilik de tüketiciye, farklı kalite ve fiyat aralığında telefona sahip olma imkanı sağlar.
Android işletim sistemi açık kaynaklı bir platform olduğu için geliştiricilere açıktır. Bu özellik de kullanıcılara geniş bir kişiselleştirme özgürlüğü tanır. Ana ekran düzeni, tema değişiklikleri ve uygulama özelleştirmeleri gibi birçok seçenek, kullanıcılara telefonlarını kendi zevklerine göre düzenleme imkanı verir.
Android platformu, Google Play Store (Gugıl pıley sutor) aracılığıyla geniş bir uygulama ve oyun koleksiyonu sunar. Kullanıcılar, ihtiyaçlarına uygun birçok farklı uygulamayı indirip kullanabilirler. Oyunlar, üretkenlik uygulamaları, sosyal medya platformları, fotoğraf ve video düzenleme araçları gibi birçok kategori, Android kullanıcılarına zengin bir uygulama menüsü sunar.
Android telefonlar, güçlü donanım bileşenleri ve yüksek performanslı işlemcilere sahiptir. Androidlerin bu özelliği kullanıcılarına aynı anda farklı sekmelerde görev yapma imkanı sunar. Bu hızlı ve akıcı özelliklerle, telefonlarda oyun oynamak, video izlemek veya üretkenlik uygulamalarını kullanmak ideal hale gelmiştir.
Android işletim sistemi, güvenlik ve yazılım güncellemeleri konusunda sürekli olarak güncellenir. Google, Android platformunu güncel tutarak güvenlik açıklarını kapatır ve yeni özellikleri kullanıcılara sunar. Bu, kullanıcıların güvenli bir deneyim yaşamalarını ve en son teknolojiye ulaşmalarını sağlar.
Sonuç olarak, Android telefonlar, çeşitlilik, kişiselleştirme, güçlü donanım ve geniş uygulama çeşitliliği gibi avantajlarıyla mobil teknolojide öncü konumdadır. Kullanıcılar, ihtiyaçlarına ve tercihlerine en uygun olanı seçerek zengin bir mobil deneyimi elde edebilirler.

SİBER ZORBALIK
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte, dijital dünya daha karmaşık ve etkileşimli hale geldi. Ancak, bu gelişmelerin olumlu yanları kadar, siber zorbalık gibi olumsuz yanları da bulunmaktadır. Siber zorbalık, internet, sosyal medya ve diğer dijital platformlar aracılığıyla kişilere yönelik yapılan saldırıları ifade eder. Siber zorbalığın birçok çeşidi bulunsa da, genellikle siber zorbalık, tehdit, hakaret, aşağılama, küçük düşürme ve rahatsız etme amacı taşır. Saldırılar gençlerden yetişkinlere, iş dünyasından sıradan kullanıcılara kadar herkesi etkileyebilir. Sosyal medya platformları, kullanıcıların birbirleriyle bağlantı kurmaları için harika bir araç olabilir, ancak aynı zamanda siber zorbalığın yayılması için de uygun bir ortam sunar. Aşağılayıcı yorumlar, özel bilgilerin paylaşılması ve sahte hesaplar aracılığıyla yapılan saldırılar sosyal medya zorbalığının örnekleridir. Kişilere tehdit içeren mesajlar göndermek veya sürekli rahatsız edici iletilerle saldırmak da siber zorbalığın bir türüdür. Bu, mağdurları duygusal olarak kötü etkileyebilir.
Özel fotoğrafların veya videoların izinsiz olarak paylaşılması veya manipüle edilmesi, mağdurlar üzerinde büyük etkiler bırakabilir. Bu tür saldırılar, kişisel yaşamın mahremiyetine yönelik bir ihlaldir.
Siber zorbalığın etkileri, sadece dijital dünyada değil, aynı zamanda gerçek hayatta da hissedilir. Mağdurlar genellikle duygusal bozukluklar, depresyon, anksiyete ve hatta intihar eğilimleri gibi ciddi sonuçlarla karşılaşabilirler. Ayrıca, siber zorbalık, bir kişinin itibarını zedeleyebilir ve sosyal ilişkilerini olumsuz yönde etkileyebilir.

SİBER ZORBALIĞA ÖNLEM
Günümüzde, dijital teknolojinin hızlı ilerlemesiyle birlikte, siber zorbalık gibi çevrimiçi tehditler de artmaktadır. Ancak, siber zorbalığa karşı alınabilecek çeşitli önlemler de vardır.
Siber zorbalıkla mücadelede en etkili önlemlerden biri eğitim ve farkındalık yaratmaktır. Okullar, iş yerleri ve toplumlar, siber zorbalığın ne olduğu, nasıl önlenmesi gerektiği ve olası sonuçları hakkında bilinçlendirme programları düzenlemelidir. Bu programlar, çocuklardan yetişkinlere kadar her yaş grubunu hedef almalı ve dijital güvenlik konularında farkındalık oluşturmalıdır.
Çevrimiçi hesaplarınızı korumanın temel bir yolu, güçlü şifreler kullanmak ve güvenlik ayarlarınızı düzenlemektir. Güçlü şifreler, harf, sayı ve özel karakterlerin bir kombinasyonunu içermelidir. Ayrıca, sosyal medya hesaplarınızın gizlilik ayarlarını düzenleyerek kimlerin içeriğinizi görebildiğini kontrol edebilirsiniz.
Siber zorbalığın bir diğer kaynağı da kişisel bilgilerin yanlış ellerde kullanılmasıdır. Çevrimiçi platformlarda veya sosyal medya hesaplarında kişisel bilgilerinizi paylaşırken dikkatli olun. Adres, telefon numarası, okul bilgileri gibi hassas verilerinizi sınırlı bir çevrede paylaşın ve bu bilgileri paylaşırken bunlara kimlerin erişebildiğini kontrol edin.
Ebeveynler, çocuklarını siber zorbalığa karşı korumak için çeşitli adımlar atabilirler. Çocukların internet kullanımını izlemek, çevrimiçi görüşmelerini takip etmek ve eğitici dijital oyunlarla bilinçli bir kullanıcı olmalarına yardım etmek önemlidir. Ayrıca, çocuklara çevrimiçi arkadaşlık ve paylaşım konularında eğitim vermek de kritiktir.
Güvenli internet kullanımını desteklemek amacıyla çeşitli araçlar ve uygulamalar mevcuttur. Ebeveyn kontrol yazılımları, zararlı içerik filitreleri ve siber zorbalıkla mücadele araçları gibi çeşitli çözümler, çevrimiçi güvenliği artırmak için kullanılabilir.
Sonuç olarak, siber zorbalığa karşı alınabilecek önlemler, bireylerin ve toplumların dijital dünyada daha güvenli bir şekilde var olmalarını sağlamak adına kritiktir. Eğitim, farkındalık, güvenlik önlemleri ve etkili çevrimiçi ilkeleri, siber zorbalığın etkilerini azaltabilir ve dijital dünyada daha sağlıklı bir iletişimi mümkün kılabilir.

YAPAY ZEKA’NIN DEZAVANTAJLARI
Günümüzde teknolojinin hızla ilerlemesiyle birlikte, yapay zeka giderek daha fazla hayatımızda yeralmaktadır. Yapay zeka, insan oğluna pek çok konuda avantajlar sunsa da, bu avantajların yanısıra bir dizi etik, sosyal ve ekonomik sorunları da beraberinde getirmektedir.
Yapay zeka ve otomasyon, birçok sektörde insan iş gücünün yerini almaya başlamıştır. Özellikle rutin ve tekrarlayan görevlerde yapay zeka sistemlerinin, insanlara kıyasla daha hızlı ve etkili olması bu tür işlerde yapay zeka ile çalışan makinaların tercih edilmesine neden olmuştur. Bu durum, birçok işçinin işsiz kalma riskiyle karşı karşıya kalmasına neden olabilir ve ekonomik dengeleri bozabilir.
Yapay zeka sistemleri, etik konulara dair bir dizi sorunları da gündeme getirmiştir. Örneğin, otonom araçlar kararlar almak zorunda olduğunda, etik değerlendirmeler yapmaları gerekebilir. Bu, özellikle acil durumlarda sorunlara yol açabilir. Yapay zeka tarafından alınan kararların insan değerleriyle uyumlu olup olmadığı konusundaki belirsizlik, toplumda endişelere neden oluyor.
Yapay zeka, geniş bilgi verilerini analiz ederek kullanıcı davranışlarını anlama yeteneğine de sahiptir. Bu durum, bireylerin özel hayatlarıyla ilgili bilgilerin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Kişisel verilerin toplanması ve kullanılması, kullanıcıların izni olmadan gerçekleşebilir ve bu durum, özel hayatın ihlaline neden olabilir.
Yapay zeka sistemlerinin kötü amaçlı bir şekilde kullanılması, siber güvenlik risklerini artırabilir. Örneğin, finansal sistemlere veya sağlık kayıtlarına yönelik yapay zeka tabanlı saldırılar, ciddi mali veya kişisel zararlara neden olabilir.
Sonuç olarak yapay zeka, çağımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir, ancak bu teknolojinin getirdiği dezavantajları göz ardı etmemek önemlidir. İnsanlar olarak, yapay zekanın gelişimini yönlendirecek etik kurallar ve düzenlemeler oluşturarak, bu teknolojinin potansiyel zararlarını en aza indirgemeye çalışmalıyız